30.10.10

Düz mantık


Bazen insan kararsız kalabiliyor.

Mesela kış geldi gelecek, eli kulağında. Yorganlar battaniyeler çıkarılmalı. Ama hemen bir soru geliyor aklıma yorganı mı üste sermeliyim yoksa battaniyeyi mi? Yorgan üstte olursa battaniye altta yüzüme gözüme değdikçe kaşındırıyor. Battaniye üstte olunca da sanki yeteri kadar sıcak olmuyor gibime geliyor.

Hiç kararsız bir insan değilimdir. Seçim yaparken kendime sorduğum ilk soru şudur.

Bana ne faydası var?

Bana faydası olmayan şeylere genelde para vermem. Ya da bir faaliyetin bana hiç bir faydası yoksa gerçekleştirmem. Ama istisnayi durumlar da olabiliyor.

Mesela birisi bana çiçek hediye etmek istiyor ve soruyor “gül mü istersin karanfil mi?”

Hemen kendi kendime soruyorum bana ne faydası var? İlk bakışta bir çiçeğin benim gibi bir insana hiçbir faydası olamaz diye düşünebilirsiniz. Haklısınız benim çiçekle böcekle hiç işim olmaz. Ancak gelen çiçeğe bir bedel ödemediğim için burada soru hemen değişiyor.

Bununla ne yapabilirim?

Hemen aklımdan son zamanlarda görüştüğüm bayanları geçiriyorum. En uygun ihtimali kafamda belirleyip ona göre çiçek seçimimi yapıyorum. Tabi belirlerken de birkaç soru soruyorum.

Hangi çiçek daha pahalı? / Çiçeklerden en çok hangi bayan hoşlanır. / Ne kadar sürede kendisiyle görüşebilirim (çiçeğin solmaması gerekiyor). / Ve sonuçta kazanacağım, bunun için verdiğim uğraşlara değecek mi?

Buradan kararsız arkadaşlara sesleniyorum. Aslında seçim yapmak çok kolay sadece ne soracağını bilmen gerek.

Gelelim yorgan battaniye meselesine. Benim için kaşıntısız uyumak mı daha önemli yoksa üşümeden uyuyup hasta olmamak mı daha önemli. Kaşıntı sürse sürse 2 gece sürer sonra alışırım. Ama eğer üşüyorsam bütün kışı hasta geçirebilirim. İnsanın uykuda üşümeye alışması gibi bir şey olamaz.

Sonuç battaniye altta olacak.

kenzinefanzine.blogspot.com


yazılarımın bundan sonra http://kenzinefanzine.blogspot.com/ adresinde de yayınlamsının verdiği haklı gururu yaşıyorum.
yardımlarını esirgemeyen tüm arkadaşlarıma buradan teşekkürü borç bilirim.
borcumu da bir ara öderim

26.10.10

holyland (manga tanıtımı)

Ya düşündüm de o kadar manga okuyoruz, anime izliyoruz falan.. okuduklarımızdan bir kaç tanesini paylaşalım da (naruto, bleach, death note, one piece gibi çoğunluğun bildiklerinden değil ama) belki birilerinin ilgisini falan çeker…

Gerçi bloga ilk başladığım zamanlar Baki’yi biraz tanıtmışım.. Bugün de holyland’i tanıtayım biraz ucundan…


Esas oğlanımızın adı Kamishiro, Yuu (ya da Yuu Kamishiro). Bu arkadaş sokak serserileri tarafından sürekli itilip kakılan ve bundan (doğal olarak) nefret eden bir lise öğrencisidir. Yuu, itilip kakılmaktan artık usanmıştır. Ve evde gazete bayiinden aldığı bir boks eğitim kitabından yumruk atmayı öğrenmeye çalışır. Bir yandan yumruk çalışır bir yandan şınav çeker. Ancak Yuu kardeş o kadar mülayim birisidir ki kendini ne kadar itip kakarlarsa kaksınlar elini kaldırıp bir fiske bile vurmaz (hatta o kadar mülayimdir ki sırt çantasının belden bağlanan kemerini bile bağlamaktadır)…

Ancak milletin canı canda Yuu’nun ki patlıcan mı ? bir gün kendisini sıkıştırmış bir apaçiye, dayanamaz ve bir yumruk patlatır. Ama ne yumruk. Yuu farkında olmadan çalışa çalışa at tepmesi gibi yumruk atar olmuştur.

Bu olaya kendisi de çok şaşıran Yuu kardeş kendisini serseri avcısı ilan eder ve tuttuğunu indirmeye başlar……………..

bu manganın en sevdiğim yanı abartılı hoplamalar zıplamalar, ne bileyim bi tekmeyle duvar yıkmalar, büyüler, canavarlar vs. olmaması. okuduğum gerçek hayata en yakın mangalardan bir tane. ayrıca merak edenlerine hikayelerin içerisinde nasıl yumruk ya da tekme atılır, bıçaklı ya da sopalı birisine karşı kendini nasıl korursun gibi konulardan da bahsediyor.

Bugün itibariyle 95 bölümü bulunmakta. İsteyenler alttaki linkten okuyabilirler.

http://www.mangafox.com/manga/holyland/


16.10.10

theoretical politics with cows

FEUDALISM: You have two cows. Your lord takes some of the milk.

PURE SOCIALISM: You have two cows. The government takes them and puts them in a barn with everyone else’s cows. You have to take care of all of the cows. The government gives you as much milk as you need.

BUREAUCRATIC SOCIALISM: You have two cows. The government takes them and put them in a barn with everyone else’s cows. They are cared for by ex-chicken farmers. You have to take care of the chickens the government took from the chicken farmers. The government gives you as much milk and eggs as the regulations say you need.

FASCISM: You have two cows. The government takes both, hires you to take care of them and sells you the milk.

PURE COMMUNISM: You have two cows. Your neighbors help you take care of them, and you all share the milk.

RUSSIAN COMMUNISM: You have two cows. You have to take care of them, but the government takes all the milk.

CAMBODIAN COMMUNISM: You have two cows. The government takes both of them and shoots you.

DICTATORSHIP: You have two cows. The government takes both and drafts you.

PURE DEMOCRACY: You have two cows. Your neighbors decide who gets the milk.

REPRESENTATIVE DEMOCRACY: You have two cows. Your neighbors pick someone to tell you who gets the milk.

BUREAUCRACY: You have two cows. At first the government regulates what you can feed them and when you can milk them. Then it pays you not to milk them. Then it takes both, shoots one, milks the other and pours the milk down the drain. Then it requires you to fill out forms accounting for the missing cows.

PURE ANARCHY: You have two cows. Either you sell the milk at a fair price or your neighbors try to take the cows and kill you.

LIBERTARIAN/ANARCHO-CAPITALISM: You have two cows. You sell one and buy a bull.

SURREALISM: You have two giraffes. The government requires you to take harmonica lessons.

15.10.10

kaptan mağara adamı geliyor anacııııııım


yaba daba duuu

işim

işimden o kadar nefret ediyorum ki:

  1. gece ertesi gün işe gideceğimi bile bile, tek boş vaktim olduğu için elimden geldiği kadar geç yatıyorum.
  2. sabahları erken uyanmakten nefret ediyorum.
  3. servis beklemekten ve servisle yolculuk yapmaktan nefret ediyorum.
  4. kimseyle konuşmamak için serviste uyuyor numarası yapıyorum.
  5. güvenlik görevlisinin giriş ve çıkış saatimi not etmesinden nefret ediyorum.
  6. sabah kahvaltısında genel müdürün yüzünü görmekten nefret ediyorum.
  7. bilgisayarın düğmesine basmaktan nefret ediyorum.
  8. dosyalardan klasörlerden kalemlerden ataçlardan zımbalardan bilimum kırtasiye ekipmanından nefret ediyorum.
  9. ofis arkadaşlarımın boş boş konuşup şakalaşmalarından nefret ediyorum.
  10. personelin zevzekliklerinden nefret ediyorum.
  11. üsttekilere rapor yazmaktan nefret ediyorum.
  12. 0n kere uyardığım birini bir daha uyarmaktan nefret ediyorum.
  13. işime karışan çok bilmişlerden nefret ediyorum.
  14. "sen hiç birşey yapmıyorsun benim işimin yanında seninki de iş mi?" diyen gerizekalılardan nefret ediyorum.
  15. karşı cinsten birine selam verdiğim anda dedikodu çıkartan öküzlerden nefret ediyorum.
  16. aldığım maaşın yetmemesinden, üstüne üstlük maaşların gecikmesinden nefret ediyorum.
  17. dönüş servisinin habire yolu uzatmasından nefret ediyorum.



daha sayabilirim...

11.10.10

don kenn & his monsters


kaçıp gitmek en mantıklısı


Boş konuşan insanlara katlanma kapasitem iyice azaldı.
Ofis arkadaşım karşımda oturmuş, uçak konulu bir film anlatıyor. Anlattığı şey bir kaydırak bir ninenin ne kadar ilgisini çekerse o kadar ilgimi çekiyor. Her konuştuğu saniye hayatın ne kadar kısa olduğu aklıma geliyor. Onun konuşmasını dinleyeceğime, -işimle uğraşmayı geçtim- cüzdanımı düzenleyebilirim mesela. Hayır üstüne üstlük bütün filmi anlatıyor. Yani Allahtan hiç ilgimi çekmeyen bir film yoksa kendisine suikast düzenlemek zorunda kalabilirim.
Evet başka filme geçti, “Romantik Komedi”yi anlatmaya başladı.
Tamam anlatmak isteyebilir bir şey demiyorum, dünya üzerinde bu tür bir sürü insan var.
Ama benim sıkıntım şu: dediğim gibi hayat yeterince kısa ve biz zaten hayatta kalmak için sevmediğimiz şeyleri yapmak için zorlanmış şekilde yaşıyoruz. En azından nadiren bulduğum, boş zamanlarda sevmediğim şeyleri yapmak istemiyorum haklı olarak.
Pekiyi bu tür insanlarla nasıl başa çıkarız? Bir takım yöntemler var. Mesela;


1. Görmemezlikten gel: anlatsın dursun hiç oralı olma. Sadece “Değil mi, dimi” vb. kelimeleri yakalamaya çalışın, duyduğunuzda da “hıhı, evet, tabi” gibi cevaplar verin.
2. Rencide edin: anlatırken kurduğu en ufak hatalı kelimeyi bile yakalayıp, gıcık gıcık gülerek onu tekrar edin, yüzüne vurun.
3. Üzerine çıkın (fiziksel olarak değil tabi ki): sürekli lafını kesin, onun anlattığıyla alakalı ya da alakasız her şeyden bahsedebilirsiniz, yeter ki onu konuşturmayın.
4. Bahane uydurup uzaklaşın: bahaneniz ne kadar saçmaysa sizi tekrar esir alma ihtimali o kadar az olur. Hatta bahane uydurmadan direk yanından uzaklaşırsanız çok çok daha etkili olur.
5. Gerçekleri anlatın: alın karşınıza uzun uzun (çok vakit gerektirebilir)konuşun. Anlattıklarının zerre kadar ilginizi çekmediğini anlatın.
İşin kötü yanıysa yukarda yazdıklarımın hiç birinin kesin çözüm olmaması, karşınızdakinin yüzsüzlük seviyesine göre ne yaparsanız yapın aynı muhabbetleri çekebilirsiniz.
Hayat zor.